ipekd941
Engellendi.
Üyelik Tarihi 27-09-2021
Toplam Mesajlar278
Toplam Beğeni166
CinsiyetBayan
Üyelik Tarihi 27-09-2021
Toplam Mesajlar278
Toplam Beğeni166
CinsiyetBayan
Hector Berlioz bundan 150 yıl önce, 8 Mart’ta 66 yaşında öldüğünde neredeyse unutulmuştu. Özel yaşamında aldığı darbeler, iki karısının genç yaşta ölümü, tek evladının ölümünün verdiği acı, yaşadığı dönemin toplumunun hafiflikleri ve titiz yapısının yarattığı ters durumlar nedeniyle bir süredir beste yapmayı bırakmıştı. Kimileri onu lanetli diye tanımladı ama Berlioz, çevresinde mevcut veya yaratılan olumsuzluklara rağmen, çok genç (27) yaşında Fantastik Senfoni’nin dönem Fransa’sının en iyi orkestrası olan Konservatuvar Konserleri Cemiyet Orkestrası tarafından ilk icrasına (1830) ve başarısına tanık olmuş, Liszt gibi bir dehanın hayranlık ve dostluğunu kazanmış bir kişiydi. Bunun dışında, aynı yıl prestijli Roma Ödülü’nün sahibi olmuş, Fransa’nın önemli nişanlarından Onur Nişanı’yla ödüllendirilmişti. Besteci Almanya, İngiltere, Rusya’da büyük ilgi görmekteydi. Buna karşın Fransa’da müziği az çalınmaktaydı, çünkü alışılagelenin çok dışındaydı.
Mücadele dolu bir yaşam
Berlioz 1803 yılında Fransa’nın Isère bölgesinde, La Côte-Saint-André’de bir doktorun oğlu olarak dünyaya geldiği günden itibaren “Sen bir doktor olacaksın, baban gibi” telkiniyle karşı karşıya kalmıştır. Müzikle çok genç yaşlarda ilgilenmiş, La Côte-Saint-André’deyken küçük besteler yapmış, 13-14 yaşlarında iki flüt ve yaylılar için iki beşli ve birkaç melodi bestelemişti. 18 yaşında ailenin ısrarıyla Paris’e tıp okumaya giden Hector, opera dünyasıyla orada tanışır. Gluck’un İfigenia Tauris’te operasının temsiline gidişi (1822) her şeyi değiştirmiştir.
Zamanla müzik hayatının merkezine girer. Bu tutku onu dönemin önemli bestecilerinden Jean-François Lesueur (1760-63) ve Anton Reicha’dan (1770-1836) ders almaya yönlendirir; 1822’de Lesueur’ün konservatuvardaki kompozisyon sınıfına kabul edilir. Tıp öğrenimini sürdürmesine karşın müziğin ön plana çıkması babasıyla ters düşmesine neden olmuşsa da, baba Berlioz oğlunun geçimine katkıda bulunmaya devam etmiştir.
1824’de Fen Bilimleri bakaloryasını alır. Bir yandan da Gluck, Salieri, Sacchini, Méhul, Spontini ve Boieldieu’nün operalarını keşfeder, büyük yazar ve şairlerle dostluk kurar.
La Cote Saint-Andre, Berlioz'un dünyaya geldiği ev
Konservatuvara yazıldığında aktifinde 1825 yılında seslendirilecek olan, 20 yaşında bestelediği Büyük Mes (Messe Solennelle) vardır bile. Bu eser, çok uzun yıllar unutulduktan sonra, 1992 yılında Belçika’nın Anvers kentinde bulunmuş ve Berlioz’un ölümünden sonra ilk kez ünlü şef John Eliot Gardiner ve orkestrası tarafından çalınmıştır. (*1) Sonraki yıllarında, müzik eğitimini sürdürürken, Beethoven, Spontini, Weber ve Gluck’un eserlerine merak salar ve bu besteciler onun için birer referans hâline gelir. Onlara duyduğu hayranlığın itici gücüyle, Goethe’nin Faust’u İçin Sekiz Sahne’yi besteler. Partisyonu tamamlar tamamlamaz, Goethe’ye çok nazik bir mektup eşliğinde gönderir. Ama müzikle arası pek de iyi olmayan Weimar’ın büyük ustası cevap bile vermez. Bu eser daha sonra Faust’un Lanetlenmesi adlı önemli yapıtının filizini oluşturacaktır.
Berlioz ilgi duyduğu ve hatta tutkunu olduğu opera dalında besteler yapmayı her zaman için arzulamış ancak operalarının sahnelenmesi konusunda hep mücadele vermiştir. O yıllarda (1825-29) Les Francs-juges (*2) operasını; bir de uvertür (Waverley) besteler. Büyük Roma Ödülü için Akademi’ye başvurur ama başarısız bulunur. Yılmaz; dört kantat (Orfeo’nun Ölümü, Herminie, Kleopatra’nın Ölümü ve Sardanapale’in Ölümü) besteler. Sonunda Sardanapale’in Ölümü ile Büyük Roma Ödülü birinciliğini alır (1830) ve Villa Medici’ye yerleşir.
Berlioz, en ünlü eserlerinden ilki olan, Bir Sanatçının Yaşamından Bir Bölüm alt başlığını koyduğu Fantastik Senfoni’yi bestelediğinde henüz 27 yaşında bile değildir. Eser, sıkıntılarıyla, çelişkileriyle, duygulu anlarıyla, fırtınalarıyla, bestecinin iç dünyasının bir yansıması gibidir; Berlioz’un kendinden emin, yeteneğine egemen olduğunu göstermektedir. O zamana kadar dinleyicisinden tam puan alamamış olan Hector, herkesi kendine hayran bırakır. Dönemin basını ondan övgüyle söz eder; “Yeni bir ifade tarzıyla karşı karşıyayız” diye yazar ünlü Müzik Dergisi (Revue Musicale). Berlioz bu eseriyle programlı müziğe kapıyı açması, orkestra için büyük sayıda çalgı öngörmesi (15 birinci keman, 15 ikinci keman, 10 viyola, 11 viyolonsel, dokuz kontrbas), form ve yapısı (sevdiği kadını temsilen kullandığı temanın bir “sabit fikir” şeklinde kullanması) bakımından yenilikçidir.
Fantastik Senfoni’ye hayran kalanlardan biri de Paganini’dir. 1830 yılının son günlerinde besteci için güzel bir şekilde sonuçlanacak bir karşılaşma yaşanır. “Halk salonu tamamen boşalttığında, uzun saçlı, keskin bakışlı, garip ve darmadağın bir yüz ifadesi olan bir adam, tek başına beklemekteydi; yanından geçerken beni tutkulu övgülere boğdu” der. Bu garip adam Niccolo Paganini’dir. Hector’dan viyolanın ana çalgı olacağı bir eser bestelemesini ister: bestecinin önemli eserlerinden bir diğeri olan Harold İtalya’da böyle doğar (1834).
Yerinde duramayan yapıdaki Berlioz, Harold İtalya’da eserinin yanı sıra Requiem, Romeo ve Jülyet ve operası Benvenuto Cellini’yi de bestelemeye başlar. 1833 yılında büyük aşkı, İrlandalı tiyatro artisti Harriet Smithson’la evlenmiştir ve bir yandan aileyi geçindirmesi gerekmektedir. Bunun için Müzik Dergisi (Revue Musicale) ve Yenilikçi (Rénovateur) adlı dergide yazılar yazar. 1835 yılından itibaren de Tartışmalar Gazetesi’nde (Journal des Débats) eleştiriler yazmaya başlar. Aynı zamanda edebi değeriyle bilinen Anılar’ını kaleme alır.
Harold İtalya’da adlı, o dönem için çok yenilikçi olan yapıtının çalınması için çabalarken, operasının librettosu opera direktörü tarafından reddedilir. “Benden korkuyorlar. Beni millete özgü tarzı altüst etmek isteyen biri gibi görüyorlar; bir delinin müziğini kabullenmemek için, sözleri reddediyorlar” der Anılar’da.
“Bir delinin müziği”… Gerçekten de müzik çevresinde Berlioz’un yapıtlarını böyle görenler çoktur. Yenilikçi kişilere ihtiyatla yaklaşmak gerçekten de Fransa’ya özgü bir karakterdir. Bu da Berlioz’un ününü neden öncelikle yabancı ülkelerde edindiğinin bir açıklaması olmalıdır.
Harold İtalya’da yapıtının ilk seslendirilmesinde (1834) elde ettiği başarı besteciyi biraz olsun rahatlatır. Şunu da belirtmekte fayda vardır: salon her daim destekçisi olan kişilerle doludur; Hugo, Sainte-Beuve, Liszt, Chopin, Nerval, Heine oradadırlar. Gururlanan Berlioz, Benvenuto Cellini üzerinde çalışmaya devam etmektedir ki, 1837 yılı başlarında şansı döner ve Benvenuto Cellini Paris Operası direktörü Henri Duponchel tarafından kabul edilir. O kadarla da kalmaz, Berlioz’a bir suikast sonucu ölen Mareşal Mortier ve askerlerinin anısına Invalides’de (*3) düzenlenecek büyük merasimde çalınmak üzere bir Requiem sipariş edilir. Besteciye 150 müzisyen sözü verilir. Büyüklük hastalığı olan besteci için bunun nasıl bir kamçılayıcı etkisi olduğunu tahmin etmek zor değildir. Aylarca çalışır; provalar plânlanırken merasim, dolayısıyla da Requiem’in çalınışı da iptal edilir. Ama Berlioz yılmaz; büyük çabalardan sonra, Konstantin’in (Cezayir) fethi sırasında ölen bir general ve diğer askerler için bir merasim önerir ve Requiem 1837 sonlarında büyük bir kalabalığın huzurunda icra edilir. Eser, bestecinin eserleri arasında, en büyüklerinden biri olarak müzik tarihine geçer. Ne yazık ki Benvenuto Cellini için aynı şeyi söylemek mümkün olmaz; 1838 yılındaki ilk temsil hüsran olur, dört temsilden ve aralarında sansürün de olduğu çeşitli müdahalelerden sonra, 1850 yılında Liszt’in dostunun imdadına koşması; partisyonda bazı düzeltmeler yapması ve 1852 yılında Weimar’da sahnelenmesini sağlamasının neticesinde, Benvenuto Cellini, Fransa dışındaki ülkelerde az sayıda da olsa, zaman zaman sahneyle buluşur.
Yanardağ gibi bir besteci
Berlioz’un içinde sürekli yanan bir ateş ve patlamaya hazır bir ruh hâli olduğunu artık biliyoruz. Bir senfonik eserinin veya operasının icrasının yarattığı aşırı heyecan, taşkınlık, üretken olduğu dönem boyunca kendisini fazlasıyla sıkıntıya sokmuştur. Ama bu ruh hâlinin, müziğinin esasını teşkil ettiğini de unutmamalı. Bestecinin, dehasının partisyonlarına yansımadığı söylenir. Nitekim aynı dönemde yaşamış olan Saint-Saëns, şaşkınlığını şöyle itiraf etmiştir: “Eseri dinlemeden sadece partisyonlarını okuyan bir kişinin fikir sahibi olması mümkün değil; çalgılar mantıksızca yerleştirilmiş, normal olarak bunun ses vermemesi gerekir; gelgelelim, harika bir ses çıkıyor.”
Berlioz ne çalgıların yerleşimini ne de eserinin yapısını akademik kıstaslara uygun yapmamaktaydı. Onun için önemli olan dramatik veya göz alıcı etkiydi. Sanatta değişime, gelişime önem verirdi; Barok müziğe karşı çok katı düşünceleri vardı; buna karşılık Gluck’a, “deklamasyonundaki soyluluğa” hayrandı. Truvalılar operasının Gluck’a çok şey borçlu olduğu bilinir.
Les Invidales
Yeni bir operanın peşinde
Berlioz 1854 yılında Anılar’ında üç yıldan beri, konusu muhteşem ve duygulu büyük bir opera yazmayı hayal ettiğini yazmış. Böyle bir opera fikri 1851 yılında Liszt’in dostu Prenses Sayn-Wittgenstein ile Weimar’da yaptığı sohbet sırasında ortaya atılmış; ona Vergilius tarafından yazılmış olan Aeneis Destanı’na olan hayranlığından söz etmesi ve Prenses’in teşvikiyle, hayalini kurduğu “dev” operanın çalışmalarına Paris’e döner dönmez başlamıştı. Önce dizeleri, sonra da partisyonu yazmıştı; sayısız ekleme, düzeltme ve değişikliğin yapılması üç buçuk yılını almış; operanın tamamlandığını düşündüğünde İmparator III. Napoléon’a bir mektup yazarak tanıtmış ve sahnelenmesi için destek talep etmişti. Ancak İmparator ilgileniyor görünse de hiç ilgilenmemişti. Yalnız şunu da belirtmek gerekir ki III. Napoléon da kendinden önceki İmparator Louis-Philippe de sanata kişisel dayanak olmayı bırakmışlar; Berlioz, ne Gluck veya Lesueur’ün, ne de Weimar’da Liszt’in ya da Bavyera’da Wagner’in gördüğü desteğe sahip olamamıştı.
Berlioz devasa eseri Truvalılar’ı Nisan 1858’de tamamlamış; bir bölümünün sahnelenmesi için beş yıl beklemek zorunda kalmış; o arada çok uzun bulunan (beş saat) yapıt üzerinde müzik çevresi ve dışından müdahale, engelleme, düzeltmelere muhatap olmuştu. Neticede Berlioz beş perdelik operayı ikiye bölmeyi kabul etmiş, birinci bölüm iptal edilmiş, ikinci bölümün (Truvalılar Kartaca’da başlıklı son üç perde) anlaşılabilir olması için de besteci bir prolog yazmak zorunda kalmıştı. 4 Kasım 1863’te yapılan ilk seslendirilişte operanın büyük başarı elde etmesiyle, eser 21 kez sahnelenmişti. Son temsilde (3 Aralık 1863) partisyonunu son kez dinleyen Berlioz “Ne kadar da güzel!” diyerek, gözyaşlarını tutamamıştı. Berlioz’un üçüncü operası olanTruvalılar, hayattayken sahnelenen son eseri olmuştur. Birinci bölüm Truva’nın Fethi ölümünden 10 yıl sonra, konser versiyonuyla seslendirilmiş; beş perdenin tamamı 1890’da Karlsruhe’de, o da kesintilerle ve Almanca olarak, üstelik iki geceye bölünerek seyircinin karşısına çıkmıştı.
Truvalılar’ın dinleyicilerle kesintisiz, bütün olarak buluşması için 1947 yılını beklemek gerekmiş; Berlioz hayranı ünlü şef Thomas Beecham operayı, konser versiyonuyla BBC’de yönetmiştir. (*4)
Berlioz Truvalılar’ın sahneye taşınmasını beklerken boş durmamıştı. Shakespeare’e büyük hayranlık duyduğu bilinmekteydi. Bunun neticesi olarak Baden Baden gazinosunun direktörünün siparişi üzerine yazarınKuru Gürültü piyesinden esinle iki perdelik son operası Béatrice ve Bénédict’i bestelemiş ve ilk kez 9 Ağustos 1862’de kendi yönetmişti. Opera Almanya’da büyük başarı kazanarak çeşitli şehirlerde sahnelenmişti. Berlioz yapıtının Paris’te seslendirilmesine izin vermemiş, Béatrice ve Bénédict Fransa’da ilk kez 1890 yılında sahneye taşınmıştı.
Faust’un Lanetlenmesi Berlioz’un en popüler eserlerinden biridir. 1829 yılında bestelediği Goethe’nin Faust’u için Sekiz Sahne adlı yapıtın sahnelenmesini kendisi finanse etmiş ancak sonra tamamını imha etmişti. 1839 yılında “konser operası” şeklinde yeniden ele alarak baştan sona bestelediği yapıtını, 1846 yılı sonlarında tamamlamıştı. 6 Aralık’taki ilk seslendirme için Opéra Comique salonunu kendi imkânlarıyla kiralamış, eserini kendi yönetmişti ama ne yazık ki yarı yarıya boş bir salona. İkinci konser de (20 Aralık) benzer şartlarda verilmiş; seyirci azlığı sonucunda Hector iflas etmişti.
Bunun üzerine besteci bir dizi konser vererek borçlarını kapatmak üzere St. Petersburg’a gitmeye karar verir. Ve orada gerçekten bir kral muamelesi görür; eserleri sıklıkla çalınmaktadır. 1847 yılının Haziran ayında Paris’e döndüğünde borçlarını ödeyebilecek durumdadır. Berlioz’un “dramatik efsane” olarak tanımladığıFaust’un Lanetlenmesi bestecisi hayattayken Fransız topraklarında bir daha seslendirilmemiştir. Yapıt 1893 yılında Monte Carlo Operası’nda sahneye konmak suretiyle, dramatize edilmiş; böylece hem konser salonlarında hem de opera sahnelerinde müzikseverlerle buluşmaya başlamıştır.
Geleceğin müziği
Berlioz’dan söz ederken Wagner’le olan karşılaşmalarından söz etmemek mümkün değil. İki büyük besteci ilk kez Wagner’in Paris’te kaldığı 1839-42 döneminde karşılaşırlar. Her ikisinin de dostu olan Liszt, hayranlık duyduğu Berlioz ve Wagner’in dostluğunu çok arzulamış; özellikle de Wagner’in Berlioz’u desteklemesini çok istemiştir. Her iki bestecinin de Anılar’ına bakıldığında, Wagner’in Berlioz’dan sıklıkla söz ettiği, Berlioz’un ise, sadece bir kez Wagner’in adını telaffuz ettiği görülmektedir. Wagner konusu Berlioz’da gerginlik yaratmış, buna karşılık Wagner büyüğünün dehasını ve eseri üzerindeki etkisini kabul etmiştir. Berlioz, Wagner’in müziğine ölçülü yaklaşırken, Wagner Berlioz’un müziksel yeterliliğini sorgulamıştır. Orkestra yönetimi konusunda da ayrışırlar, bu da müzik bağlamında yaratılışlarındaki farklılığı ortaya koyar. Berlioz Wagner’in Mendelssohn’u küçümsemesine de tahammül edemez ve kendine karşı olan dostluk gösterilerine şüpheyle bakar. “Geleceğin müziği” tabiri karşılaşmalarından çok önce dolaşan bir söylemdi; Berlioz bunu ilk kez küçümser anlamda kullandığında, Wagner’i ima etmiştir. Çok sonraları bu deyiş her ikisi için birlikte kullanılmaya başlanınca da, Berlioz bundan mümkün olduğu kadar uzak kalmaya çalışır, kendini bu kategoriye koymak istemez. 1856 yılı Ağustos’undaTruvalılar üzerinde çalışırken Prenses Sayn-Wittgenstein’a yazdığı bir mektupta, müziğin rolü konusunda kendi anlayışını savunarak, bunun, bir suç olarak gördüğü, “Wagner’in müziği anlatımsal vurgulara indirgemek istemesiyle”tezat teşkil ettiğini ifade etmiş ve kendini “geleceğin müziği” tanımlamasından soyutlamak istediğinin altını çizmiştir.
Hüzünlü son
Béatrice ve Bénédict bestecinin son önemli eseri olur. 1865 yılında artık iyice hastadır ama ayakta durmaya, küçük seyahatlerle, konserlerle hayata bağlanmaya çalışmaktadır. Yakın dostlarından sonra tek oğlunun da 1867 yılında kaybıyla çöker. 1869 yılının 8 Mart günü, hayata veda ettiğinde yanında arkadaşları ve yedi yıl önce ölen ikinci eşi Marie’nin annesi vardır.
Farklı bir besteci
Berlioz yaşadığı yüzyılın en özgün müzik adamlarından biri olarak müzik tarihine geçmiştir. Berlioz’un sanatı geleceğe açılan büyük bir kapı gibidir. Müziksel bakımdan dönemine göre çok ileri bir noktaya erişmiş; büyük besteciler arasında en özgün, en yenilikçi olanlarından olmuş; yazarlığı, eleştirmenliği edebî açıdan müzik yapıtları kadar değerli bulunmuştur. Çağdaş Çalgılama ve Orkestralama Üzerine Büyük İnceleme (1844) adlı yapıtı, müzik kuramı açısından önem taşır. Orkestra Yöneticisi (1856) adında bir incelemesi ve yeni çalgılar üzerine bir çalışması; ayrıca üç ciltlik makale derlemesi vardır. Anılar’ından (1848-69) ve biyografilerinden yaşamının tekrarlanan bazen talihsiz, bazen de eğlendirici olaylarla dolu olduğu görülür. Her ne kadar başta Fransa’nın Onur Nişanı olmak üzere, Almanya ve Prusya’dan çeşitli nişanlarla taltif edilmiş; birkaç deneme sonucunda da olsa Büyük Roma Ödülü’nü kazanarak, Villa Medici’ye girmiş; Fransız Enstitüsü’ne üye seçilmişse de, konservatuvarda hocası, besteci Lesueur; dönemin konservatuvar müdürü ünlü Cherubini; rakipleri Adam ve Thomas; sevmediği Rossini’nin kariyerleriyle karşılaştırıldığında, hayal ve beklentilerine göre meslek hayatı başarısızlıklarla dolu olmuştur denebilir. Konservatuvar, Konserler Cemiyeti, Paris Operası, İtalyan Tiyatrosu (dönemin en ünlü opera salonlarından biri) ve Paris Belediyesi’nde boşalan kadrolara başvurmuş, ama bu kadroların hep başkalarına verildiğine tanık olarak, Konservatuvar Kütüphanesi’nde bir görevle yetinmişti. Bu nedenlerle de müziğinin sponsorluğunu kendisi yapmış, bunda da ciddi malî sıkıntılar yaşamıştı.
Orkestrasyon tekniğindeki büyük renk zenginliği; ayrıca ses renkleri farklılıklarının müzikal anlatımındaki hassasiyeti onu Romantik akımın en önemli bestecilerinden biri yapmıştır. Ondan “kötü bir armoni uzmanı” ve “melez türlerin yaratıcısı” diye söz ederek, burun kıvıranlar çok olmuştur.
“Hiçbir surette müzisyen sayılmaz; edebiyat ve resme özgü yöntemlerle müzik yapmış izlenimini veriyor… Alelâcayip renklere o denli âşık ki, bazen müziğin kendini unutuyor.” Bu sözleri söyleyen Claude Debussy’dir ve daha da ileri giderek,“Berlioz müziği iyi tanımayanların tercih ettiği bir müzisyendir… Meslekten olanlar armonik özgürlüklerinden (ki daha çok ‘beceriksizlikler’ denmektedir) ürkmekteler” diye de eklemiştir. Böylelikle de Liszt, Saint-Saëns, Paganini gibi meslekten hayranlarını hiçe saymaktadır. Berlioz’u küçümseyenlerden biri de Pierre Boulez olmuş, “Berlioz’un armonisi ters bir armoni”,“(Müzik) eğitimi eksik olmuş” diyebilmiş. Oysa Berlioz, Debussy ve Boulez gibi konservatuvarda okumuş; Debussy gibi saygın Büyük Roma Ödülü’nü kazanmıştır. Hocaları mı iyi değildir? Leusueur ve özellikle Anton Reicha sadece müziğin tüm dallarında değil, aynı zamanda kompozisyon dalında da saygın ve ünlü eğitimci, bestecilerdi. Reicha kontrpuanı eğitiminin merkezine yerleştirmişti ve Berlioz bu ustanın öğretisini hiçbir zaman unutmadı. Bestecinin yaratıcılığı sadece orkestralı eserlerinde değil, melodilerinde de görülür; zengin bir anlatım, tınılarda alışılagelenin dışında bir zenginlik vardır.
Fransa’daki Berlioz karşıtı geleneksel eleştirileri ise Fransa dışındaki müzikbilimciler anlamakta güçlük çekmişlerdir. Berlioz ülkesinde anlaşılamamıştır. Ölümünden sonra bir süre unutulsa da, en yakın dostu, her zaman yardımına koşan destekçisi Franz Liszt, “Berlioz’un, dinleme sanatı ve alışkanlıklarına ilişkin bazı kuralları ihlal ettiğine dair eleştirilerin kabul edilebilir olup olmadığına gelecek karar verecektir” derken haklı çıkmıştır.
Hector Berlioz’un bugüne kadar bulunmuş, sayısı hayli kabarık (senfoni, opera, melodi, korolu orkestra eserleri, ses ve orkestra için) eserleri vardır. Hepsinin yaratılış öyküsünü burada ele almak mümkün olmamış, sadece belli başlı bazı yapıtlarla yetinilmiştir. Agnostik olmasına rağmen, saydıklarımızın dışında da dinsel başka güzel yapıtları (İsa’nın Çocukluğu;Te Deum) vardır. Romeo ve Jülyet gibi, Lélio ya da Yaşama Dönüş, Büyük Yas ve Zafer Senfonisi,Tristia gibi orkestral eserleri; Yaz Geceleri başlıklı, arkadaşı Théophile Gautier’nin şiirleri üzerine bestelediği melodileri vardır. Bunların her biri dinlenmesi, üzerinde derinlemesine durulması gereken eserlerdir.
Anılar kitabı, Flammarion, 2000
Berlioz'u sevmek için 10 kayıt
Messe Solennelle: Orchestre Révolutionnaire et Romantique, John Eliot Gardiner - Philips, 1993
Symphonie Fantastique: Orchestre de Paris, Charles Munch - EMI, 1967
Requiem: Peter Schreier, Orchester Des Bayerischen Rundfunks, Charles Munch - DGG, 2009
Faust’un Lanetlenmesi (La Damnation de Faust): Gedda, Bastin, Veasey, London Symphony Orch., Colin Davis - Philips, 1973
Yaz Geceleri (Nuits d’Eté): Graham, John Nelson, Orchestra of the Royal Opera House - Sony, 1997
Harold İtalya’da (Harold en Italie): Imai, London Symphony Orch., Colin Davis - Philips, 1975
Notlar
- Berlioz eserini beğenmemiş, yaktığını yazmış. Ancak yapıtın bulunmasından sonra yapılan araştırmalardan, bir kopyayı Belçikalı bir arkadaşına verdiği anlaşılmıştır.
- Les Francs-jugesoperası hiçbir zaman sahnelenmemiş; 1829 ve 1833 de revize edilmiş, ancak partisyondan bugüne 1826 yılına ait beş sayfa ulaşabilmiştir.
- Napolyon’un mezarının olduğu Dome Kilisesi’ni bulunduran kompleks.
- Paris Operası’nda eserin tamamı 1921 yılında sergilenmişse de bu, çok önemli kesintilere uğramış hâliyle olmuştur.
Kaynakça
Dufresne, Claude: Hector Berlioz; Tallandier, 2002
Berlioz, Hector: Anılar; Flammarion, 1991
Bonnaure, Jacques: Lanetli Sanatçının Aykırılıkları; Classica Dergisi, No.178
#1
05-09-2023 09:34